Ekonomik büyüme, genellikle bir ülke veya bölgede, bir yıl içinde meydana gelen mal ve hizmet üretimindeki yüzde artış olarak ifade edilir. Bu kavram üzerine iktisatçıların pek çok farklı görüşü bulunmaktadır. Örneğin, James Tobin’ e göre büyüme sorunu yeni bir şey olmayıp, aksine her zaman iktisadın ilgisini cezbeden ve meşgul eden bir asırlık soru olan, bugün mü gelecek mi sorusu için yeni bir maskedir. Wallace Peterson’ a göre ise mal ve hizmet miktarının artmış olması bireyin yaşam standartlarının iyileştirmesini gerektirmediğinden, ekonomistler büyüme olgusunu sadece mal ve hizmet miktarının artışı olarak değerlendirmemelidir. Çünkü, toplam hasılada meydana gelen artış yatırım ve kamu mallarını kapsayabilir. Bu durumda bireyin refahına katkı söz konusu değildir. Asıl önemli olan kişi başına tüketimin belirlenmesidir. İktisat tarihçisi David Landes ise Amerikan Ekonomi Kurumu’nda yapmış olduğu bir konuşmasında “Neden Biz Daha Zenginiz, Diğerleri Daha Yoksul?” sorusunu sorarak ekonomik büyümenin gerçekte ne olduğu üzerine durmuştur. Tüm bu görüşleri ve çalışmaları ele aldığımızda ekonomik büyümenin iktisat bilimcilerin her daim aklını kurcalayan önemli bir makroekonomik araç olduğunun ayrımına varıyoruz.
Her ülke elbette ekonomisinin büyümesini ister. Peki, ya bu büyüme ekonomiyi yoksullaştırıyorsa? Ekonomik büyüme nasıl yoksullaştırabilir diyorsanız Jagdish Bahagwati’ nin 1958 yılında ortaya koymuş olduğu yoksullaştıran büyüme teorisi ilginizi çekecektir. Bhagwati (1958) tarafından geliştirilen yoksullaştıran büyüme yaklaşımına göre, özellikle düşük gelirli ülkelerde dış ticaretteki artış, öncelikle ekonomik büyümeye, daha sonra dış ticaret dengesinin bozulmasına ve son aşamada da dış ticaret dengesindeki büyük çaplı bozulmaya bağlı olarak ekonomik büyümenin olumsuz yönde etkilenmesine neden olmaktadır.
[1]
Bir ülkede yoksullaştıran büyüme sorununun varlığı bazı hususların varlığı halinde söz konusu olabilmektedir. Bu hususlar
[2],
• Ülkenin ihraç ettiği mallara yönelik diğer ülkelerin ithalat talep esnekliklerinin düşük olması,
• Ülkenin dış ticarete çok fazla bağımlı olması,
• Ülkenin uluslararası piyasa açısından, ticaret hadleri üzerinde etkili olabilecek önemde olması,
• Ülkenin teknolojik gelişiminin yavaş ve teknolojisinin de nispeten geri olması,
• Ülkenin optimal bir gümrük politikasını uygulaması şeklinde sıralanabilir.
Özellikle Türkiye gibi refah devleti ilkesini benimseyen gelişmekte olan ülkeler, bu durumu sosyal politikalarla düzenlemeye çalışmaktadır. Gelir dağılımındaki eşitsizlikleri azaltma politikaları, düşük gelirli ailelere sosyal refah ve eğitim ve sağlık gibi alanlarda sosyo-ekonomik iyileşmeler yoksulluk oranını azaltmaktadır. Ayrıca, üretimdeki mevcut artışın uluslararası ticaret koşulları üzerindeki olumsuz etkisi uzun vadede, ulusal ekonominin kalkınma politikaları yoluyla gelişmesi sonucu azaltılabilmektedir.
Arş. Gör. Burçin ÇAKIR
[1]SARIDOĞAN, H. Ö. ve Çetin, D. (2016), Turizm ve Yoksullaştıran Büyüme, İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi, C.5, S.4, ss. 922-932
[2] ATEŞ, İ. ve Bostan, A. (2007). “Türkiye’de Dış Ticaretin Serbestleşmesi ve Yoksullaştıran Büyüme (1989 – 2004)”, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi (İLKE), S.18,