Günümüz ekonomilerinde birçok insanın sıkça hissettiği ancak adını koymakta zorlandığı bir durum vardır: Cebindeki paranın erimesi. Oysa yeni bir vergi getirilmemiştir, maaşlardan ek bir kesinti yapılmamıştır; ama ay sonunda market poşeti hafiflemiş, dışarıda bir kahve içmek lüks hale gelmiş, bir kitap satın almak dahi zorlaşmıştır. Ekonomi literatüründe bu görünmez fakat etkili sürece "enflasyon vergisi" adı verilir.
Enflasyon vergisi, devletin kamu harcamalarını doğrudan yeni vergiler koymaksızın, para arzını artırarak finanse etmeye çalıştığı durumlarda ortaya çıkar. Dolaşıma giren fazla para, fiyatlar genel düzeyini yükseltir. Sabit gelirli bireyler bu fiyat artışlarına karşı kendilerini koruyamaz ve satın alma güçleri düşer. Özellikle tasarruf sahiplerini, emeklileri ve sabit gelirli çalışanları etkiler. Böylece kimse doğrudan bir ödeme yapmasa da cüzdandaki paranın reel değeri düşer; bu fark ise dolaylı biçimde devletin bütçesine katkı sağlar. Bazı iktisatçılar bu süreci “sessiz bir vergi tahsilatı” olarak tanımlar. Çünkü ortada Meclis’ten geçmiş yeni bir yasa ya da Gelir İdaresi’nin tahsil ettiği bir vergi yoktur. Ne maaş bordrosunda görünür ne de bankadan bir mesaj gelir. Ancak etkisi, klasik vergiler kadar güçlüdür: paranın alım gücü azalır. Bu nedenle literatürde bu tür dolaylı etkiler “gizli vergi” ya da “enflasyon yoluyla servet transferi” olarak da adlandırılır. Enflasyon vergisi bir yasal düzenleme ile değil, para politikasıyla işler. Dolayısıyla sonuç, doğrudan vergi kadar etkilidir. Hissedilir ama konuşulmaz; görünmezdir ama her yerdedir.
Ancak enflasyon vergisi yalnızca ekonomik bir mesele değil, aynı zamanda sosyal bir sorundur. Özellikle kur geçişkenliğinin yüksek, fiyatlama davranışlarının hızla değiştiği ve kamu açıklarının sürekli gündemde olduğu enflasyonist ülkelerde bu vergi daha cep yakıcı hale gelir. Çünkü enflasyon vergisi, gelir dağılımını bozan bir etkide bulunur. Üst gelir grupları, varlıklarını dövize, altına ya da çeşitli finansal araçlara yönlendirerek bu erimeyi bir ölçüde telafi edebilirken, sabit gelirli bireylerin böyle bir imkânı yoktur. Sonuç: reel gelir kaybı ve sessiz bir refah transferi.
Enflasyon vergisi üzerine düşünmek, sadece para politikalarını değil, aynı zamanda gelir adaletini, sınıfsal farklılıkları ve ekonomik yönetişimin şeffaflığını da tartışmaya açar. Bu yüzden “Bir ülkede fiyatlar neden artıyor?” sorusunu sormadan önce, bu artışın arka planında hangi politik tercihler olduğunu anlamak, sorulması gereken asıl sorudur.