Joel Mokyr, teknolojik ilerlemenin uzun vadeli büyüme üzerindeki etkisini tarihsel bir perspektifle inceleyen çalışmalarıyla tanınıyor. Özellikle Sanayi Devrimi sonrası Batı Avrupa’da gözlemlenen üretkenlik artışlarını açıklarken, sadece teknolojik gelişmeleri değil, bu gelişmeleri mümkün kılan sosyal, kültürel ve kurumsal yapıları da analiz etti. Mokyr, yenilikçiliği sadece mühendislik ya da bilimsel bir gelişme olarak değil; bilgiye erişim, eğitim, kültür ve girişimcilik gibi unsurlarla bütünleşik bir süreç olarak ele aldı.
Philippe Aghion ve Peter Howitt ise, 1992’de geliştirdikleri "yaratıcı yıkım" modeli ile ekonomik büyüme teorilerinde çığır açtılar. Bu teori, Schumpeter’in 20. yüzyılın ortalarında ortaya attığı fikirleri daha da geliştirerek dinamik bir büyüme modeli haline getirdi.
Yaratıcı yıkım, yeni fikirlerin ve teknolojilerin, eski üretim yöntemlerini ve iş modellerini ortadan kaldırarak yerlerine daha verimli ve yenilikçi alternatifler getirmesi sürecini tanımlar. Aghion ve Howitt’in modelinde, girişimciler ve firmalar daha iyi ürünler ve süreçler geliştirdikçe ekonomideki verimlilik artar. Ancak bu yenilik süreci aynı zamanda mevcut firmaların, teknolojilerin ve istihdam biçimlerinin devre dışı kalmasına da neden olur. Dolayısıyla büyüme, sürekli bir yenilenme ve rekabet ortamı içinde gerçekleşir.
Model, ekonomik büyümenin yalnızca daha fazla üretmekle değil, daha yenilikçi ve verimli üretim yolları bulmakla mümkün olduğunu savunur. Ayrıca kamu politikalarının özellikle eğitim, Ar-Ge destekleri ve rekabet düzenlemeleriyle bu süreci hızlandırabileceği veya yavaşlatabileceği vurgulanır.