Ong kitabında öncelikle sözlü kültürü ele almıştır. Bu konuyla ilgili olarak Aristoteles’in Retorik Sanatı kitabından başlayarak günümüze değin sözlü kültürden ve bu konuda yapılan çalışmalardan bahsetmiştir. Sözlü anlatımın yazısız da var olduğunu, nitekim her sözlü dilin yazılı olmadığını; ancak yazının sözlü anlatım olmaksızın hiçbir zaman var olamayacağını dile getirmiştir. Saussure, bu konuya ilişkin modern araştırmacıların dahi inatla yazı dilini temel dil sayma eğiliminde olduklarından ve yazının düşüncenin sözel anlatımını değiştiren bir yöntem değil, konuşmayı tamamlayıcı bir parçadan ibaret olduğunu dile getirmiştir.
Sözlü kültürde yazılı kültür gibi bir kayıt olmadığı için sözlü kültür eserlerinin her anlatılışta değişikliğe uğradığından, hiçbir zaman aynı hikayenin anlatılmadığından da bahsediyor yazar. Bu noktada sözlü eserlerin daha akılda kalıcı olmak için birçok tekrar ve klişeden yararlandığını söylüyor. Genellikle okuryazarların asla klişe kullanamamak ilkesiyle eğitildiklerinden; ancak sözlü eserlerin mesela Homeros’un İlyada ve Odysseia’sı klişelerden ve klişelere çok benzeyen unsurlardan oluştuğunu da ekliyor. Kalıplar ve konular değişmese de, dinleyici tepkisi, kendi ruh hali veya o anki toplumsal ve ruhsal öğelerin etkisiyle aynı ozan/anlatıcı bile eserlerini her seferinde başka türlü sıralayıp rapsodileştirmektedir.
Yazılı kültüre ilişkin olarak ise Ong; yazı, insan bilincini en çok değiştiren tekil buluştur demiştir. Yazı bağlamsız olarak nitelenen bir dil, özerk bir söylem kurmuştur. Yazılı söylem, yazarından ayrıdır ve konuşmada olduğu gibi soru sorulamayan, sorgulanamayan bir söylemdir. Yazarına erişilememesinin yanı sıra metin doğrudan çürütülemez, çürütülse bile sözleri değişmez. Bu nedenle yazan her şeyin gerçek olduğu algısı nedeniyle geçmişte çok fazla kitap yakılmıştır.
Yazı ilk çıktığı zamanlarda Platon ve Sokrates gibi ünlü düşünürler yazının zihni zayıflatacağını düşünmüşler ve yazıya karşı çıkmışlardır. Yani günümüzde birçok insanın bilgisayarı gördüğü gibi yazıyı dışsal, yabancı bir teknoloji olarak görüyorlardı. Bugün ise yazıyı o kadar içselleştirmiş bir durumdayız ki matbaa ve bilgisayar gibi bir teknoloji olarak görmüyoruz, oysa yazı da bir teknolojidir diyor Ong bu hususa ilişkin olarak. Teknolojiden yararlanmanın ise insan ruhunu zenginleştirdiğinden, genişlettiğinden ve iç yaşamı yoğunlaştırdığından bahsediyor. Yeni araç, eski olanın konumunu hem pekiştirir hem de değiştirir, diyor.
Birincil sözlü kültürden ileri okuryazar ve elektronik bilgi işlem kültürüne süregelmiş en yaygın sözel anlatım türünün anlatı olduğundan da bahsetmiş. En soyut sanat biçimleri dahil, pek çok sanat biçiminin bel kemiğini oluşturan anlatı bir bakıma bütün sözel sanat biçimlerinin en önemlisidir demiştir.
Yukarıda da bahsettiğimiz üzere bu kitabın ana konusunu, sözlü kültür ve yazının düşünme ve anlatım biçimine getirdiği değişiklikler oluşturmaktadır. Ong birbirinden ilginç örneklerle bu iki kültürün temel mantığını ve düşünceyi nasıl şekillendirdiğini açıklamıştır.