İktisadi İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi - iisbf@gelisim.edu.tr

Yeni Medya ve İletişim








 Kamusal İnsanın Çöküşü - Kitap İncelemesi


Kamusal İnsanın Çöküşü, günümüzün toplumsal değişim ve dönüşümünü açıklama gücünü taşıyor olması bağlamında güncelliğini ve etkisini sürdürmektedir.


Kamusal İnsanın Çöküşü - Kitap İnceleme

Richard Sennett’in en önemli eserlerinden biri olan Kamusal İnsanın Çöküşü, ilk kez 1977’de W. W. Norton Company tarafından yayınlanmış; 1996’da Serpil Durak ve Abdullah Yılmaz’ın Türkçe çevirisiyle Ayrıntı Yayınları eseri piyasaya sürmüştür. Batı’nın geçmişten yazıldığı döneme kadar olan sosyo-politik gelişimine dair ayrıntılı ve kapsamlı bir bakış açısı sunmakta; kamusal kavramının nasıl değiştiğini irdelemektedir. Eser; günümüzün toplumsal değişim ve dönüşümünü açıklama gücünü taşıyor olması bağlamında güncelliğini ve etkisini sürdürmektedir.

Sennett, Kamusal İnsanın Çöküşü kitabında ilk olarak kamusal alanda meydana gelen dönüşüme değinir. Augustus’un ölümüyle Roma’da meydana gelen ve Res Publica’nın kuralları ile bireylerin edilgen ve teslimiyetçi bir hale gelmeleri; mahrem hayatlarındaki “din” olgusuyla özel ve kamusal hayatlarını ayırabildiklerine ve sonrasında bu dinin toplumu şekillendiren bir öge olarak kamusal alana hakim olduğuna dikkat çekiyor. Roma toplumunda ortaya çıkan mahremiyet ve kamusal alan arasındaki denge arayışı günümüz toplumunda da mevcuttur. Bu arayışın temelinde ise kapitalizm, dini inançlardaki değişim ve gündelik yaşamın koşulları önemli bir rol oynar. Bireyler kendi psişelerine yönelmiş, kendini tanımayı, tanımlamayı ve kendini gerçekleştirmeyi amaç edinmiştir. Kamusal yaşam onlara sahte, boş ve çekilmez gelmekte ve kendi iç dünyalarına yönelmeyi önemsemektedirler. Kamusal konular, sorunlar birer yalnızca bir görev olarak görülür ve devlet-kamu arasındaki karşılıklı taahhütlerin gerçekleştirilmesini kapsarken; şehirdeki kozmopolit yapı hoşlanılmayan ya da şehirlerden kaçmak bir tehdit unsuru olan yabancılardan bir kurtuluş gibi görünmeye başlamıştır.

Bireylerin kendilerine yönelişlerinde mahremiyet kavramının düşündürdüğü güven, sıcaklık, samimiyet gibi duyguları toplumsal yaşamda karşılığının bulunmayışından kaynaklanır. Kamusal alandaki sorunlara da bireyler kişisel bakış açıları ve duygularıyla yaklaşıyorlar.

Çağdaş toplum kişisel olmayan konu ya da davranışlara ilgi duymazlar ya da kişisel olmayan davranışlar insanların yanılıp onları kişilik sorunlarıymış gibi ele aldıklarında heyecan uyandırır. Bu sorunlar özel yaşamda sorun yaratır. Günümüz dünyasında artık mahremiyet sınırları oldukça değişmiştir. Kamusal alan kendi kuralları çerçevesinde 4 kuşak öncesinde olduğu gibi ikili ilişkileri sınırlandırmaktan uzaktır. Erotizm yerini cinselliğe bırakmıştır. Modern toplum kamusal kuralların cinselliği sınırlandırmasına, baskılamasına tepki gösterdiler ve cinsellik benliğin ifşası haline geldi. Cinsellik, erotizmden farklı olarak kim olduğumuz ve ne hissettiğimizle ilgili geniş bir alanı kapsadığını düşündüğümüz bir varlık durumu haline geldi. 19. yyda ikili bir ilişkide anne-baba, kardeşler, çocuklar söz söyleme hakkına sahipken bugün ikili ilişkilerin kişiselliği ve ilişki yaşayanları ilgilendiren bir durum olduğu kabul görmektedir. Artık, fiziksel aşkın toplumsal bir yönü olduğu reddedilmektedir.

Aşkın yeniden tanımlandığı bu ortamda narsisizm insan hayatına girerken; insanların birbirine karşı dürüstlüklerinin sınanması bir piyasa tarzı mübadele ölçütü haline gelmiştir. Narsisizm, neyin benliğin tatmininin alanına ait, neyin bu alanın dışında olduğunun algılanmasını engelleyen bir kendine dönüklük hali diyebileceğimiz bir karakter bozukluğudur. Diğer insan ve dış edimlerin kişisel önemleri öylesine vurgulanır ki bunlar kendi başlarına anlamsız kalır. Narsisizm hem benliğin gereksinimlerine gömülme hem de gereksinimlerin doyurulmasını engelleme şeklinde ikili bir özelliğe sahiptir. Bu rahatsızlık, bireylerin yeni kamusal alanda anlamlı toplumsal ilişkilere girilebileceği anlayışını taşımamaları ile tetiklenir. Cinsellikte ise narsisizm ilişkiyi kişisel ve toplumsal taahhütten uzak tutma şeklinde görülür. Bu taahhüt bireyi kendini tanıma veya kendini tamamlayacak doğru kişiyi bulma konusunda yeterince deneyim yaşayamayarak kısıtlanma fikriyle ortaya çıkar.

Piyasa tarzı mahremiyet mübadelesi ifşaat yerine karşıdaki insana sorular sorup onu dinleyerek daha sahici bir mahremiyete dönüşebilir. Narsisizm ve benlik ifşaatının piyasa mübadelesi, mahrem ortamlarda duyguların ifade edilmesini yıkıcı hale getirir. Bireyler sonsuz bir doyum arayışı içindedir ancak benlik doyuma ulaşılmasına izin vermez.

Özel yaşam ve kamusal yaşam arasındaki ayrım burjuva tarafından korunmaya çalışılsa da sınırlar çoğunlukla ihlal ediliyordu. Benlik sorunlarına artan ilgi, toplumsal amaçlar için yabancılarla bir araya gelişleri azalttı. Bir araya gelme birlikte hareket etme amacından çıkıp karşılıklı ifşaata dayanan eylemsizleştirici süreçler yüzünden insanların birlikte hareket etme arzusunu yitirmelerine neden oldu.

Toplumsal ilişkilerde kişisel nitelikleri sergileme toplumsal bir fail olarak bireyin kendini sahici kılma arzusundan doğar. Bir eylemi iyi, yani sahici yapan o eylemi gerçekleştiren bireyin karakteridir. Bireyin kendini, duygularını, güdülerini sahici kılma arzusu Püritenliğin kendini haklı çıkarma gerekliliğinin yörüngesinden çıkmış değildir. Eylemlerin nesnel karakterlerinden ziyade eylemi gerçekleştirenlerin öznel karakterlerinin ön plana çıkması eylemi haklı çıkarmaya yönelik soruların da ön plana çıkmasını sağlar.

Bireylerin kendine dönüklüğü mimaride de kendini gösteren bir değişim ortaya çıkarmıştır. Artık modern binalarda kamusal alan görünümlü alanların bir geçiş noktası haline geldiğini söylemek mümkün. Binalar cam yapılarla sokakla bütünleşir görünürken içerdeki bireyleri sokaktan yalıtırlar. Bu modern binaların avlu ya da zemin diyebileceğimiz bölümleri ise kamusal bir alan olmaktan çok bir geçiş noktası özelliği taşır. Bireyler bu alanlarda vakit geçirdiklerinde kendilerini teşhir ediyormuş duygusuna kapılabilir. Aynı şekilde ofis ortamları da değişmiştir. Geniş bir alan çevresinde yer alan küçük ofisler ya da ofislerin tamamen kaldırıldığı insanların birbirlerini görebildiği ofis ortamı sosyalleşmeyi son derece düşürür. Çünkü bu ortamda bireyler başkaları tarafından izlendiği duygusu ile sessizliği tercih eder.

Özel araçların yaygın kullanımı ile sokak; bir kamusal alan olmaktan çok bireyi A noktasından B noktasına ulaştıran bir işlev kazanmıştır. Sokak ulaşımı olanaklı kılma işlevini yerine getiremediğinde bireylerde gerginlik ve öfke meydana gelir. Modern dünya sokakta var olmaktan ziyade coğrafi sınırları kaldırma arzusu duyar. Görünürlüğün ortasındaki bu yalıtılmışlık paradoksu ölü bir kamusal alan doğurur. Bireylerin kendilerine dönmelerindeki en somut nedenlerden biri de mahrem ilişkileri bulamadıkları bu ölü kamusal alanlardır. Benlik maskeleri artık kişisel olmayan ilişkilerde önemini kaybetmiş; kişisel ilişkilerde ise başkasını tanımanın önünde bir engel gibi görülmeye başlanmıştır (sosyalliğin ritüel maskeleri küçümsenmektedir.).

2. Dünya Savaşı sonrası kuşağın kendini cinsel sınırlamalardan kurtarmasıyla başlayan içe dönüş sürecinde kamusal alandaki en yüksek tahribatı da bu kuşak ortaya çıkarmıştır. Kitabın tezi; dengesiz bir kişisel yaşamın ve içi boşalmış kamusal yaşamın göze batan belirtilerinin uzun zamandan beri oluşmakta olduğudur. Eski Rejim’in (Ancien Regime) çökmesi ve kapitalist, seküler, kentli kültürün oluşmasıyla başlayan değişimin sonuçlarıdır.